Survivor çiçek açtı, içime bir umut düştü.
Survivor çiçek açtı, içime bir umut düştü.

Survivor çiçek açtı, içime bir umut düştü.

Dün bir baktım. Survivor çiçek açmış.
Survivor, benim 15 yıldır baktığım bitki.
Bu hikaye de bizim hikayemiz.

Dün, korona salgını dolayısıyla eve kapanışımızın 31. günüydü.
O tek çiçek,  içime kocaman bir umut saldı, beni nasıl da canlandırdı, nasıl tazeledi, hiç anlamadım.
Kocam, akşam “Yeniden doğmuş gibisin.” dedi.
İçimde hissettiğim de tam olarak bu idi. 

***

Üniversiteden mezun olacağım sene, daha mezuniyete bir dönem kala bir telaşa girmiştim. Mezun olmadan önce iş bulmam lazımdı. Yoksa İstanbul’da kalamazdım. Babam net konuşmuştu. Okul bittikten sonra, bana kesinlikle para göndermeyecekti. İş bulamazsam, aile yanına dönmem gerekecekti. Orada ne İstanbul’daki hayat ne de fırsatlar vardı. Benim tüm hayallerim buradaydı. İstanbul’da kalmam lazımdı. 

Mezun olmadan iş buldum tabi. Dışarıdan bakınca çok fiyakalı bir holdingde, pazarlama bölümünde, havalı bir titr ile ve zavallıcık bir maaşla işe başladım. Başlamak zorundaydım. 

Maaşım 800₺ idi. Beklentim, bunun en az üç katıydı. Ama iş arama sürecini daha fazla uzatıp risk alamazdım.
İlk tutabildiğim evin kirası 500 ₺ idi. Ev Şişli’de, eski, köhne ve her daim ağır rutubet kokan bir binanın, hiç güneş kırıntısı dahi görmeyen, içi harabeye dönmüş, kokuşmuş, ufak tefek bir katıydı. Semt biraz güvenli olsun istemiştim. Zavallı maaşım da buna yetmişti. Üzerine faturaları da ekleyince maaş zaten yetmiyordu. Gerisini sen düşün. Off ne zor günlerdi!

Babam bir daha para göndermeyeceğim demişti demesine de sağolsun eve yatak, koltuk ve buzdolabı alıvermişti. Canım anneciğimin diline dayanamadıysa demek…

İşte bu eve kendi aldığım ilk şey, o dün çiçek açan bitki oldu: Survivor. 

***

Güzel anneciğim bitkileri, çiçekleri çok sever. Çocukluğumda şehrin epeyce dışında, müstakil bir evde otururduk. Şimdiki gibi zenginlikten sanma bunu. Yokluktandı. O evin etrafındaki tarlalarda, ağaçların tepelerinde çokça neşeli, mutlu günlerim geçti. Yokluk, o yaşlarda neşeye ve mutluluğa engel değildi. 

Anneciğim o evin bahçesine türlü türkü çiçekler diker, kendince peyzaj yapar, çiçekleri ile konuşur, onları sever de severdi. Bana etraftaki tüm ağaçları, bitkileri öğretirdi. Baharda birlikte tarlalarda dolaşır, yabani otlar toplardık, annem ot yemeği yapardı. Ahh bayılırdım o günlere, içim neşeyle dolardı. Benim bitki sevgim de oradan ve anneciğimden geliyor olsa gerek. 

O güneş almayan Şişli evinde oturduğum yıllarda, gün be gün ayakta kalmaya çalışıyor, maddi zorluklardan yakamı kurtaramıyordum. İstanbul’da yaşama, kendi ayaklarım üzerinde durma hayallerimle uzaktan yakından alakası olmayan hayatım, tam bir hayal kırıklığı idi. Kendime zar zor bakabildiğim o günlerde, aldığım bitkiyle de hiç ilgilenmiyordum. O güzelim coşkun bitki, o evde her geçen ay soldu. Güneşsizlikten, ilgisizlikten, sevgizilikten soldu. Kara kuru, tek dala düştü ve birkaç yıl o tek dal öylece kaldı. O tek dalın yaşama mücadelesine olan takdirimden ona Survivor (hayatta kalan) ismini vermiştim. Bence o bir savaşçıydı.

Yıllar geçti. İş değiştirdim. Çok başarılı oldum. Performans ödülleri, primleri derken kazandığım para yetmeye başladı. Derken Pilates maceram başladı. Kazandığım para birikmeye başladı. Ve nihayet o evden kurtulabildim. 

Yeni taşındığım ev, hayatımda gördüğüm en geniş pencere alanına sahip, gün boyu güneş alan, camdan bakınca gökyüzünü, ağaçları görebildiğim, pencereyi açınca havası mis gibi çam kokan, beni ve Survivor’ı tekrar yaşama döndüren, yaşam dolu bir evdi. 

O evdeki ilk aylarımda Survivor önce boy attı. Topraktan çılgınlar gibi yeni filizler fışkırdı. Hani çiçekçilerde insana bolluk ve bereketin ne olduğunu tek bakışta anlatıveren gösterişli bitkiler vardır ya, işte o misal coştukça coştu Survivor. Sonra bir sabah bir uyandım. Çiçek açmış. Yıllardır ilk defa çiçek açmış! Çiçeğin güzelliğinden gözlerimi uzun süre alamadım. İçime bir sevinç düştü, etkisinden uzun süre çıkamadım. 

Ben de çiçek açmaya başlamıştım o zamanlar, şimdi fark ediyorum. 

Üretkenliğimin, yaşam enerjimin doruklarında, her gün yeni maceralara yelken açıyordum. Endişe kaynaklı kararsızlıklarla geçen yılların ardından kurumsal hayatı bırakmış, ufak ufak girişimci olmaya başlamıştım. 

Çılgınca çalışıyor, yıllarca kendimi geliştirdiğim her alanda bitmez tükenmez bir coşkuyla üretiyor, çiçek açıyordum.
Survivor çiçek açtıkça, ben de açıyordum. 
Yeni bir hikaye başlamıştı. Ben hiç farkında değildim. 

***

Sonraki yıllarda çok soldum. Uzun zamanlar kabuğuma çekildiğim, güneşsiz kaldığım, çok zorlandığım zamanlar var. Kuru tek bir dala dönmüştü içim. Ama hayatta kaldım.
Survivor da hiç çiçek açmadı o yıllarda. 
Bir insanla bir bitki birbirine böylesine bağlı olabilir mi?

Şimdi anlıyorum dün içime düşen umudu. Bugünlerde en çok ihtiyaç duyduğum hal, UMUT, hiç bir şey yapmadan, Survivor yine yıllar sonra çiçek açtı diye, öylece gönlüme oturuverdi. 
Yeni bir hayat başlıyor herhal…
Ve ben yine hiç farkında değilim. 

Bu hikayenin neresi kurgu, neresi gerçek ayıramıyor insan, değil mi? Önemli de değil zaten. Önemli olan ne biliyor musun?
UMUT.
Nereden geleceği belli olmuyor. 
Tutunmaya çalışıyorsun, el vermiyor. 
Vakti geldiğinde, sudan bir sebep bulup gönlüne düşüveriyor. Gitmiyor. 

Bir şey yapmam lazım, kendimi toplamam lazım, umuda sarılmam lazım diye kendimi yediğim bu günlerde, nafile çabalarıma selam olsun. Olacak olan, zamanı gelince oluyor. 
Kulağıma küpe olur mu? Sanmam. 
En azından burada yazılı kalsın. 

Buraya kadar okudun ya, dilerim ki umut damdan düşer gibi senin de gönlüne düşsün, orada büyüsün de büyüsün. 

Sevgi ve Umutla,
Burcu Akçimen
18 Nisan 2020, İstanbul