SUÇLU HİSSETMEK
SUÇLU HİSSETMEK

SUÇLU HİSSETMEK

Bu yazı, Yoga Journal Türkiye Mart 2018 sayısında yayınlanmıştır.

Geçenlerde bir söyleşiye katıldım. Konu suçluluk duygusu idi.
İçerikteki nefis özetlenmiş bir bölüm, bir anda içimde ışıklar yaktı. Paylaşarak başlayalım.
Suçluluk duygusu, aşağıdaki üçlüden herhangi birini kendine söylediğinde ortaya çıkıyormuş.

  1. Daha iyi olabilirdim.
  2. Başkalarını üzdüm.
  3. Başkalarını hayal kırıklığına uğrattım.

O günden sonra epeyce düşündüm. Suçluluk duygusu ile içimi ve zihnimi yaktığım zamanların tamamının arkasında bu üç durumdan başka durum bulamadım.
En çok da bir numarayı kendime söyleyip suçluluk duygusu ile kıvrandığım günler çokçadır herhalde.

Konu bir numara olunca, suçluluk duygusu, yetersizlik hissiyle birlikte geliyor.
Bu ikincil hisse tahammül etmek pek kolay olmuyor.
Bu tahammülsüzlük kendini cezalandırmayı ve nihayetinde kendini sabote etmeyi tetikliyordu benim deneyimimde. Bunu fark edip, bunu kendime yapmayacağıma dair söz verdiğim zamanları daha dün gibi hatırlıyorum ki en azından on beş yıldan fazla geçmiş.

Kendime verdiğim söz, “Elimden gelenin en iyisini yapmak!” denen ve sınırlarının nereye ulaştığı bilinmeyen tutuma tutunmaya dairdi. Suçluluk hissiyle kıvranmaktansa, çabalamanın sorumluluğunu almak ve sınırlarını genişletme kararıydı bu söz bir yandan da…

Hayatım sürekli çabalama hali ile geçti.
Var olmayı, bir şeyler yapmak olarak tanımlayabilecek körlük mertebesine kadar ulaştım hatta.
Bir şeyler yapmazsan yok olursun. Sürekli bir şeyler yapmazsa nasıl yaşar ki insan?” diye diye var olmanın anlamını kaybettim bir zamanlar.
O günlerde elimden gelenin en iyisini YAPMAKTAN başka çarem olmadığını düşünürdüm hep.
İtiraf edeyim, bu bakış açısı sınırlarımı çokça genişletmeme yardımcı oldu. Hayatımdaki pek çok başarının altında yatan temel direklerden birisi…

Konfor alanım denen o güvenli bölgemden çıkma cesareti, elimden gelenin en iyisini yaptığımda önümde hiç bir şeyin duramayacağı inancımdan kaynaklandı hep. Bu inancın mimarı, canım anneciğimin sesi yıllarca, canlı bir şekilde kulaklarımdaydı:
Ben senin yapmak istediğin her şeyi yapabileceğini, her şeyi başarabileceğini biliyorum. Nasıl yapılacağını bilmiyor olabilirsin. Araştırır, öğrenirsin. Yeter ki elinden gelenin en iyisini yap. Bu sayede önünde hiç bir şey duramaz, istediğin her şeye ulaşabilirsin.

***

Her daim çabalayan, çabadan yılmayan, çabayı büyük ve gönülden takdir eden bir insan olarak bugün size bambaşka bir şey söyleyeceğim.

Elinden gelenin en iyisini yapmak, insanın vicdanına huzur veriyor.
Sınırlarını genişletmesine yardımcı oluyor.
İnsana çok şey katıyor.
Ama bunun da sınırları var.
Bu sınırlar zaman zaman genişliyor bazen de daralıyor.
Hareket alanımız sınırlandığında, elimden gelenin en iyisi de sınırlanıyor.
Daha önce ulaştığın sınırlarla, daha önceki en iyinle karşılaştırmak yanıltıcı olabiliyor.
Yaz mevsimindeki koşullarla kış mevsimindeki koşullar nasıl farklı ise, hayatın farklı evrelerinde farklı koşullar altında deneyimler yaşıyoruz. Bunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Aksi takdirde elinden gelenin en iyisini yapmak denen şey, kendi sınırlarımıza saygısızlık anlamında gelebiliyor. Kendini aşırı zorlamak, kendine özen göstermemek oluveriyor.

Yaptım, biliyorum.

Özellikle kaygı ve korkularımın tüm zihnimi, hislerimi sardığı, kurumsal hayatı bırakma sürecim ve girişimciliğimin ilk yıllarında, buralarda çokça kıvrandım. Elimden gelenin en iyisini yapmak dediğim şey, kendi sınırlarımı yok saymak, limitlerime dayanmak, uzun süre buralarda yol almaya çabalamak ve nihayetinde kendimi tüketmek olmuştu. Her daim daha iyisini yapabileceğime olan inancım bana uzun yol yürütürken, duramamak, üretmek, çabalamak alışkanlık haline gelmişti.

Memnun muydum bu halden? Durum garipti açıkçası. Hem memnundum hem yorgun.

Girişimciliğin ilk yıllarında tükenmişlik sendromuna defalarca girip çıktığımdan belki, sendrom sınırlarına adım atınca müthiş geriliyordum ve duruyordum. Durur durmaz da kendimi suçlu hissediyordum.

Bugün anlıyorum ki suçluluk hissi değerli bir sinyalmiş.
Sorgulamak için bir fırsatmış.
Altında yatanları anlamaya vakit ayırmam lazımmış.
Durmam ve anlamaya çalışmam lazımmış.
Böyle böyle, suçluluk hissi de konfor alanına alınırmış. İşte o zaman insanın hareket alanı çok genişliyormuş.

“Anlamaya çalışmak!” her yerde, her koşulda, herkese çok şifalıymış.
Bir de hayatın dengeden ve döngüden ibaret olduğunu unutmamak lazımmış.